Az Her Güne Yeter

Az Her Güne Yeter
Az Her Güne Yeter

    Başlangıç notu: Alakasız görsel demeyin, yazının sonuna doğru Roma'dan bir fotoğraf olmasının nedenini anlayacaksınız.

     Daha önce Jules Payot'un İrade Terbiyesi'ni okuduğumu yazmıştım. O kitapta, her gün kendi kendime tekrar ettiğim muhteşem bir cümle var: "Az her güne yeter, yeter ki o az her gün gelsin."

    Sürekliliği ve onun getireceği avantajı bundan daha iyi anlatabilecek bir cümle bilmiyorum. Ama yine de süreklilik meselesi üstüne konuşmak gerektiğini düşünüyorum.

En Büyük Başarılar Sürekliliğin Eseridir

    İster bilim adamı, ister iş adamı, ister yatırımcı, ister sporcu olsun. Hiç fark etmez, bu saydığım alanlarda nam salmış insanların hepsi, hayatlarını büyük bir süreklilik içinde götürüyorlar. Bakın aklınıza gelen en iyi futbolcuları düşünün. Muhteşem yetenekleri olduğu halde, asla büyük başarılara imza atamamış futbolcuları da düşünün. Aradaki fark işte bu süreklilikten kaynaklanıyor.

    Sergen Yalçın'ın bir televizyon programında, "Ben o kadar antrenman yapsam; şurda oynardım." dediğini hatırlıyorum. Ne kadar yetenekli olduğunu da... Ama Sergen'den dünya çapında büyük takımlarda ve turnuvalarda bir performans izleyemedik. Karşısına bir de Cristiano Ronaldo'yu koyun. Neredeyse her gün saatlerce antrenman, yoğun içdisiplinle yaşanan bir hayat. E aradaki fark normal değil mi?

    Uç örnekleri yazıyorum ki, akılda kalsın. Tabi Ronaldo olmayacağız hiçbirimiz ama daha iyi bir hayat istediğimiz kesin. Bu durumda farkı yaratanın sürekliliği sağlanmış bir çaba olduğunu kabul etmek gerekiyor.

    Atomik Alışkanlıklar'da bir uçak örneği var. Kalkış anında, uçağı birkaç dereceyle farklı bir rotaya soksak bambaşka bir şehre iner diyor. E doğru. Oradan da, her gün yüzde birkaçlık değişimle bambaşka biri olmak mümkün fikrini ortaya atıyor. E bu da doğru. Demek ki, kendimizi paralarcasına çalışmasak bile, istediğimiz sonucu yine de elde edebiliriz.

    Hadi konuyla ilgili kendim için bir özeleştiri vereyim. Blogu açalı kaç ay oldu, hala istediğim düzeyde ve adette içerik üretemedim. Blogu açtığım zaman yaptığım planlamanın fersah fersah gerisindeyim. Çoktan içerik dağıtımına başlamış olmam gerekirdi. İnsanlara ulaşmam gerekirdi. Olmadı çünkü az her güne yeter demeyi beceremedim. Eğer her gün birkaç paragraf yazsaydım, haftada en az iki içerik üretmiş ve çoktan 60'tan fazla içeriği bloga eklemiş olacaktım.

    Sevdiğim Youtube yayıncılarından biri olan Haluk Tatar'ın, ilk zamanlardaki videolarına bakıyorum. Bir de şimdiki videolarına bakıyorum. Azar azar ilerlemiş hep. Bir anda majör değişiklikler olmamış. İlk başlardaki konuşmalarına -kendisi de benzer görüştedir sanıyorum- baktığınızda daha az akıcılık görüyoruz. Fakat son videolarda, Haluk hoca yardırıyor resmen. Demek ki, işin sırrı süreklilikte.

    Sonuç olarak, az oldu demeyin, az da olsa oldu deyin. Çalışmadım demeyin, az da olsa çalıştım deyin. Az her güne yeter, yeter ki az her gün gelsin. Tembellik etmeden, kendimizi de bunaltmadan başarıya ulaşmak mümkün. Fidanlar bir günde ağaç olmazlar, çocuklar bir günde büyümezler, Warren Buffett bir günde milyarder olmadı, Fatih İstanbul'u bir günde almadı ve tabi Roma bir günde kurulmadı. Hepsi zaman aldı ve süreklilik isteyen şeylerdi...

    Her gün birkaç sayfa kitap okumak, birkaç cümle karalamak, birkaç satır kod yazmak vs.vs... Bunlar dip toplamda bizi başarıya götüren, uçağın rotasında yaptığımız birkaç derecelik değişiklik olacak. Hadi o zaman, bu yazıyı okuduğunuz günü milat kabul edin ve o ilk küçük hamleyi yapın. Hayatın size davranma biçimi de, sizin onu algılama biçimi de değişecek. Söz veriyorum, yeter ki siz o azı her gün getirin. 😊

Daha yeni Daha eski

İletişim Formu